Aklın Koşullanmışlığı Aşıp, Gerçeği Algılayabilir Hale Gelmesi ve Gelişmesi

2600 yıl önce Buda üzüntü ve dertlerin olmadığı bir Dünya’ya yol bulmuştu, oturduğu ağacın altında. O dönemlerden itibaren filozoflar geçici olmayanı, baki olanı aramaya koyuldu, adım adım keşfedilen aklın rehberliğinde. Dinler ortaya çıktı, insanlığa barış ve huzur vaat etti. Plotinos dinin (dini metinlerin) anlaşılıp fayda sağlaması için felsefe yöntemiyle bireylerde kavramların gelişmesi gerektiğini söyleyerek tasavvufu başlattı. Aziz Augustinus akıl ile inancın birlikteliğinin önemini Vatikana kabul ettirdi. İbn’i Rüşd aklı tanımlamaya çalıştı. Descartes sadece “düşünmekte olduğundan emin” olduğunu söyledi. Nietzche “değerleri yeniden değerlendirmek” gereğini dile getirdi.

Yüzyıllardır insanlık birey, kurumlar ve kitaplar üzerinden söylemleri aktardı, geliştirdi ve yaydı. Hala okuyor, yazıyor, dinliyor ve konuşuyoruz, Buda’nın oturduğu noktayı bulamadığımız için …

Koşullanmışlıklardan gerçek ve hakikate nasıl gidebiliriz? Gerçekten niyetimiz, gözümüz, sabrımız, aklımız mı ya da yöntemimiz mi yetersiz?

“Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş … bir de arkasına bakmış ki, bir arpa boyu yol gitmemiş!” şeklindeki tekerleme beni şaşırtır, arpayı çok küçük parçalara bölüp adımlar atmayı düşünürken, masalın başını hep kaçırırdım. Yıllar sonra bir gün ve bir anda bu tekerleme aklıma geldi, o an anladım “bir arpa boyu yol gidememek neymiş”!

Delfi mabedi girişindeki “Kendini bil!” ifadesi bana çok çarpıcı gelir. “Sen zannettiğin kişi değilsin! Sahip oldukların, başardıkların, düşüncelerin değilsin! Kendinin ve kimsenin görmediğin yanın var, sen ondan doğmaktasın ya da doğacaksın!”.

Bir diğer büyük soru aklıma geliyor; “Ey yolcu, nereden geliyor, nereye gidiyorsun?”. Aceleyle cevap veriyorum “zannettiğim kimliğimden, gerçek kimliğime”. Güzel ama yeterli değil, bence açıklamıyor, verilmedi sayalım bu cevabı.

Bir dostum bir gün “her ‘insan’, insanlığın tüm deneyimini kendi içinde yaşar” diyiverdi, ben yine şaşırdım. İlerlemeden bir durup düşünelim, “insanlığın tüm deneyimi” ne olabilir? Dikkatinizi nefesinize verin ve düşünün … “insanlığın tüm deneyimi”!

Kahramanın yolculuğu

Star Wars filminin danışmanı Joseph Campbell, Jung gibi mitlerin ortak yönlerini analiz ederek, “kahramanın yolculuğu” adını verdiği, “insanın potansiyelini gerçekleştirme deneyimini” bulmuş.

“Kahraman” yolculuk davetini önce reddeder. Sonra mecburiyet içinde yola düşer, bir rehberle karşılaşıp, hazırlık süreci geçirir. Sonra her biri yepyeni maceraları aşarak, zirveye ulaşır. Macera kahramanın geri dönüp kazanımlarını paylaşması ile son bulur.

“Kahraman” karşılaştığı zorluk ve tehlikeleri, yolculuk sırasında yaşadığı içsel dönüşümle birlikte gelişen sezgi, kazandığı erdemler, değişen tercihleri ve bunların tezahürü olan davranış, tepkileriyle aşar. Her zaman ilke ve aşkın amaçlar için mücadele eden kahraman, herkesin göremediği çözümleri geliştirir. “Göz görmez, akıl görür!” derler! Dönüşen ise esasen kahramanın aklıdır.

Kahramana sorunu ortadan kaldıran aklı, normal koşullarda çoğunluk için sorunun parçası, hatta çoğu zaman da sorunun yaratıcısıdır. Çoğu insan sorunu tüm gerçekliğiyle, en önemlisi kendi katkısıyla göremez. Kabullenmemiş gibi görünürken, soruna güç vermeyi sürdürür. Böyledir bir arpa boyu yol ilerleyememek.

Peki, insana tekrar tekrar aynı yanlış seçimleri yaptırırken, kahramana maceralar aştıran, sorunlar çözdüren akıl, nasıl bir akıldır?

Aklın yükselen halleri

Bu konuda ilk çalışma Yunan felsefesinin, İslam coğrafyasından Batıya geçişinde kilit rol oynamış İbn’i Rüşd tarafından yapılmış. Sosyal bilimlerin temel yöntemi kategorizasyon ile aklı edilgen, etken ve amaç odaklı olarak üçe ayırmış.

Aklın edilgen hali üçe ayrılmakta; kırılgan, korkak, sürekli bir istek ve mücadele içindeki “maddi akıl”, biraz geliştiğinde hesap kitap, plan yapan “ilk akıl”, sonrasında soyutlama ve tasarım yapabilen, ama görünüşlere göre hüküm üreten “hayatı idame ettirme aklı”.

Edilgen aklın en gelişkin hali olan “görünüşlere göre hüküm üreten”, yüzeysel ve popülist dünyanın da yaratıcısı olan, tüketen akıl, kanımca yerinde saymayı bırakın, yaşamı geri götürmekte, kazanımları yıpratıp ve tüketmekte.

Aklın etken hali ikiye ayrılmakta; mantık yürüterek bilgi üreten, olayların arkasını irdelemeye başlayan “aritmetik akıl” ve bir üst düzeyde olgularla ilkeleri ilişkilendirebilen, anlaşılabilir, araştırmaya katılma yetisi olan, yasalara uygun çalışan, keyfilikten kurtulmuş “rasyonel akıl”.

Dördüncü aşamada merakla sorgular gözüken, ancak teori ile desteklenmeyen bir düz mantık yürütmesi ancak gerçekleşebiliyor. Bir üst halde teori ile pratiği ilişkilendiren, böylelikle keyfiyetten de kurtulan akıl düzenli bir inşa faaliyetine katılabiliyor.

Aklın amaç odaklı hali ise üçe ayrılmakta; üst hakikatleri arayan, ama henüz tam yönünü bulamamış, rehber yardımı aldığında ilerleyebilen “hakikatlere dönük akıl” ve amacın belirginleşip derinleşmesiyle birlikte, sezgi haline gelen “entelekya olan akıl”. Son adım olan zekanın (kutsi akıl olarak da denir) kişiden bağımsız, ilahi bir seçim ve lütuf olduğunu söylüyor İbn’i Rüşd.

Hakikat arayışı hemen karşılığını bulmuyor, belli bir hazırlık sonrası amacın belirginleşip, derinleşmesiyle insan kendi hayatının öznesi haline geliyor. Hem kendisi, hem de çevresi için sezgileriyle yönü netleşiyor, barış ve huzura katkı yapar hale geliyor. Son aşama sezginin keskinleşen zekaya dönüşümüyle tamamlanıyor, kişinin “evreka” demesi, sözünün logosa dönüşmesi an meselesi.

Edilgen akıl yaşam zorlukları arasında güvenli, rahat konumlar arar. Etken akıl çoğu kez meslek üzerinden yaşamda fark yaratırken, kendini gerçekleştirmenin de ilk adımlarını atar. Amaç, ilke ve sonuçlar arasında ilişkileri görme yetkinliğine ulaştığında akıl, davranışları ile birlikte amaçlarının sorumluluğunu alır.

“Kahramanın yolculuğu” aklın yaşam kaygısı odaklı edilgen halden, önce meslek üzerinden yetkinleşip etken hale, sonra hakikatlere yönelerek amaç odaklı hale yükselişini anlatıyor. Yolculuk aklı test eden birçok zorluk, engel ve tuzakla dolu bir macera silsilesidir. Akıl birini aşınca, bir üst mertebeye geçer, başaramadığında bulunduğu mertebeyi tekrarlar. Bazen büyük bir hata en başa döndürür, bir arpa boyu ilerleme böyle bir durumdur.

Bu bir dağa çıkarken, zirvenin hemen altında dikkatini kaybedip, beklemek yerine hırsa kapılıp, geldiği nokta ile yetinemeyip düşen, kaza geçiren bir dağcıya benzer.

Aklın Arkasındaki Beynin Biyolojik İşleyişi

Aklın neyi ve neden aşıp, aşamadığını anlamak için çok kısaca beynin işleyişi üzerinde duralım. Kısmen otonom, kısmen irade altında, 100 Milyar nöron ve 100 trilyondan fazla sinapsin etkileşimiyle çalışan beyin, vücut ağırlığının %2’si olup, enerjinin %20sini tüketir.

Beynin üç katmanı vardır; ilk beyin1, limbik beyin2, korteks. Taklit, unutma ve tekrarla öğrenen ilk beyin, otonom işleyiş ve alışkanlıkların merkezidir, etki-tepki prensibi ile edilgen doğadadır. Limbik beyin deneyimlerle oluşan duyguları kayıt eder, kararların nedeni olan duygusal altyapıyı oluşturur. Yoğun, sık tekrarlayan olumsuz hatıralar edilgenliğin temel kaynağını oluştururken, bunun tersine güvenli, yapıcı davranışların altyapısı da buradadır.

Korteks, düşünme, konuşma, planlama, sorgulama, karar verme, problem çözme, yeni fikir üretme, sonuç çıkarıp, harekete geçmenin merkezidir. Etken aklın evi olan korteks diğer iki katmanla, en çok da limbik beyinle yoğun bağlantı içindedir.

Limbik beyin ilk beyin üzerinden gelen verileri büyük hızla işler, olumlu, olumsuz, kararsız duygulanımlarla, korteks yeterli değerlendirme fırsatı bulamadan, kendi karar ve seçimlerini zorlar. Buna paralel olarak, 250 Milyon yıllık deneyimiyle tehdit hissettiğinde bedeni mücadeleye hazırlamak için farklı hormonları salgılatır; kasılan bedende kan dolaşımı yavaşlar, beyne giden glikoz azalır, yüz kasları, yükselen ses tonu ile beden savaşa hazırlanır.

Korteks bu edilgen ve reaktif ortamda, rasyonelliğini sağlama ve amaç odaklı hale gelme mücadelesi verirken bazen bizi bu durumdan çıkaracak çözümleri bulur, bazen sesini duyuramaz ve limbik beynin edilgen tutumuna uyumlanır.

Bir benzetme ile akıl deniz üzerinde yüzen, fırtına, akıntı ve karanlıkta, rotasında gitmeye çalışan bir gemi gibidir. Kaptanın deneyim ve öngörüleriyle rotayı belirlemesi, bunu uygulamak için geminin tüm sistemlerinin doğru çalışmasını sağlaması ve elemanlarını iradesiyle yönlendirmesi gerekecektir.

Beyin omur ilik üstünde oturur, tüm hücrelerdeki peptitlerle omurilik üzerinden sürekli iletişim halindedir. Büyük stresler vücutta kasılma, organların işlevlerinde aksama ve kalıcı hasara neden olabildiği gibi, tersine düşünce fiziksel iyileşme de sağlayabilir.

Beyin nöronlar arasında elektriklenmelerle çalışırken, sinapslar arasında tekrarlar bağlantıları pekiştirir, sık kullanılan ilişkiler ve izler belirginleşir. İhtiyaç olduğunda beyin önceden en çok kullanıp, alıştığı yolu kullanır.

Bu çalışma sırasında ben de aklımı tekrar tekrar düzenledim. Hafızamdakileri kağıda dökerek çalışmaya başladım. Yazdıklarımı tekrar tekrar okuyup, sorgulayarak hem sadeleştirdim, hem tamamladım, hem de araştırarak geliştirdim. Böylelikle başta anlatmayacağım şeyleri çok daha kolay ve rahat anlatır hale geldim. Bunları yaşamımda uygular hale gelmem için bu bağlantıların, alternatif bağlantıları gereksiz hale getirmesi gerekecek.

Edilgen aklın kaç-savaş ağırlıklı yapısını fark etmek

Öncelikle, korteksin elektrik sinyalleri ve kimyasal etkiler altında, çok da serbest olmadığı bir ortamda, karar oluşturmakta olduğunu görüyoruz. Sakince, ihtiyaç duyduğu tüm bilgileri toplayıp değerlendirerek, parçaları ve bütünü birlikte görerek karar üretme şansına çok da sahip değil. İhtiyaç duyduğu manevrayı yapamadığı bir açmaz içine sıkışmış gibi.

İlk dört mertebede akıl neredeyse savunmaya geçmek için fırsat arar halde. Bu kadar ürkek ve savunma eğiliminde olmasına karşın, onu gerekli dikkati vererek kullanmadığımız için yukarıda ele aldığımız komplikasyonlar oluşuyor.

Akıl var olma ve soyunu sürdürme içgüdülerinin etkisi altındadır. Bunun duygusal karşılığı olan yeterlilik ve değerlilik duygularının arayışındadır. İstek ve korkular buradan kaynaklanır. Duygu merkezi olan orta beyin güven duyma, onaylanma ve takdir edilme ihtiyacındadır.

Bunu yeterince bulamadığında, tehdit hissediyor, kaç-savaş mesajları vermeye başlıyor. Böyle zamanlarda korteks için fırtınalı denizde seyir başlıyor.

Bu ürkek ve savunmaya geçmeye eğilimli akıl, yeni düşünce ve olasılıklara adım atmak için bir beyin ameliyatı titizliğiyle yapılan fikir alış verişi sürecine ihtiyaç duyar; Yüksek farkındalıkla, adım adım planlanarak, belli kurallarla çalışılan, kendini güvende hissedeceği bir ortama ihtiyaç duyar akıl.

Sorgulamanın güven vermesi bir kez başarıldığında, dogma ve koşullanmışlıkları fark etmek, onların yerine daha nitelikli bilgiler koymak, güven ve değerlilik duygusunu pekiştirici bir pozitif sorgulama döngü oluşturacak, akıl bu döngüyü tekrar etmek isteyecektir.

Aklı doğru kullanmak mümkün mü?

Akıl hatalı ya da suçlu değil! Yaşamı mümkün kılan muhteşem otonom yapısıyla varlık ve edimlerimizin en büyük ikinci aktörü akıl. Sorun herşeyi ona bırakma kolaycılığımız. Direksiyona her zaman bilincimiz oturmalı, alışkanlık ve kalıpları ile akıl değil.

Bir örnek verecek olursam, bu yazıyı yazmaya ilk başladığımda bir beyin fırtınası ile aklımdakileri dökerek başladım. Sonra bunları kategorize edip, ilişkilendirip düzenledim. Yazarak düşüncelerimi önüme izlenebilir, eleştirilebilir hale getirdim. Sonra sorgulama ve değerlendirme ile tekrar tekrar sadeleştirip geliştirdim. Bugün aklıma ilk gelenleri dinlemiyorsunuz, ayrıca aklım bu yazıyı ilk yazdığım noktada değil.

Akıl kendini tekrar etmekten kurtulmak ve tanımlılığı dışına çıkmakta büyük zorluk çeker. Her ne kadar fikir alış verişi, bir açılım, zenginlik fırsatı yaratsa dahi, görüş farklılıkları çok nadir sinerji yaratır. Bu nedenle birçok toplantı faydasız, verimsiz, çatışma ya da çatışmama adına diplomatik suskunlukla geçer.

Özgürlük ve gerçekle aramızdaki en büyük engel dogma ve koşullanmışlıklarımızdır

Çoğu zaman akıl bir konuda tam bilgi sahibi olmadan, eksik bilgiyle karar verir ve harekete geçer. Akıl boşluk ve belirsizlikleri eline geçen, doğruluğunu test etmediği bilgilerle doldurur.

Krishnamurti insanın ilk deneyimleriyle birlikte, önce fiziksel olarak, daha sonra psikolojik olarak koşullandığını söyler5. İçinde bulunduğumuz aile, ortam, kültür, ırk, iklim, inanç sistemi bilgi aktarımı, eğitim ve deneyim yoluyla tanımlı hale geliyoruz. Yapabildiklerimiz kadar yapamadıklarımızı da bu tanımlamalar belirliyor.

Daha sonra yaşam, bunun eksik, yanlışlığını gösterse dahi, akıl çoğu kez bunu algılamaz ya da çelişkiden kaçıp, anlama gayreti göstermeden reddeder ve savunmaya geçer. Akıl aşina olduğu kavram ve düşünce kalıplarıyla tanımlı, kısıtlı olduğu, hemen savunmaya geçtiği için dogma ve koşullanmışlıkları oluşturur ve aynı zamanda bunların koruyucusu haline gelir.

Süregiden çatışmalar, tekrar eden hatalar, çözümsüzlük, öğrenilmiş çaresizlikler, bireyin ve insanlığın yerinde sayması, aklın sahip olduğu, doğru olmayan düşünce kalıplarını ısrarla kullanmayı sürdürmesindendir. Buna rağmen züccaciyeci dükkanına girmiş bir fil gibi aritmetik akla kadar kendinden de fazlaca memnundur.

Edilgen akıl gerçekliğin yarısından azına bakar, çok daha az bir oranını algılar. Akıl suçu dışarıda ararken, kendi katkısına bakmadığı için gerçeği görüp, algılayamaz. Dış Dünya’yı suçlarken, daha iyi bir çözümün olanaksızlığını anlatırken, yaşanan yetmezliği rasyonelleştirir, konuyu çıkmaza mahkum eder, kendini geliştirme, kısıtlarını aşma şansını kullanmaz. İşte böyle gerçekleşir bir arpa boyu yol gidememek.

Aklın geçmişe veya geleceğe ait kalıplardan kurtulması

Meditasyon özünde insana basit bir sese bile odaklanamadığını gösteriyor, aklın istemsiz ve otonom yapısının gücünü fark etmesine yarıyor. Zihni istemsizce dolduran düşüncelerin gökyüzündeki bulutlar gibi gelip geçtiğini izlemek, bu düşüncelerin içerik ve doğasını görmek, müdahil olmadan izlemek için gerekli zihni tutumu gösteren, en sade yöntem meditasyon.

Hindistan’daki duvar çizimlerine bakarak meditasyonun MÖ 5000e, vedalar dönemindeki yazıtlara bakarak MÖ 1500e kadar geri gittiğini görüyoruz. MÖ 5inci ve MÖ 6ıncı yüzyıllarda Taocu Çin ve Budist Hindistan’da çeşitli uygulamaları yayılmış. MS 20’de İskenderiyeli Filo, MS 3üncü yüzyılda Plotinos meditasyon yöntemleri üzerinde çalışmış. Aziz Augustinus’da Plotinos’un yöntemleriyle ilgilenmiş.

İzleyici olmanın ne demek olduğunu anlayıp, bunu zihinsel beceri haline getirenler için sürekli bir meditasyon egzersizi gerekli değil. Aksine rutin tekrarlanan, düşüncenin tekrarla azaldığı, otomatiğe dönüşen bir ritüelin beceri gelişimine ket vuracağı kanaatindeyim.

Benzer şekilde yoga ve orta-uzun mesafeli koşu sırasında insanın nefes, beden ve alnından sızan teri izlerken, duvarda tenis oynarken, yüzme, yepyeni bir coğrafyaya seyahat etme, yepyeni bir yemek yeme, sanatla uğraşma sırasında insana keyif veren izleyici olma halidir. Önemli olan tekrardan çok, izleyicilik tutumunu zihnin doğal pratiği haline getirmektir.

İzleyicilik halini hemen stres boşalması ve gevşeme izler, deneyimleyenler bilir! Bunun arkasından bilinç pasif moda geçme eğilimine girer, mesele burada yeniden odaklanma alışkanlığı kazanmaktır.

Aklın izleyici olması, herhangi bir fikrin tarafı, taşıyıcısı, koruyucusu, avukatı olmaması demektir. O zaman tekrardan, eski, tanımlı bilgilere bağlılıktan kurtulacaktır.

İnsanın kendi düşünme sürecindeki otonom işleyişi fark edebilmesi, kendisine yeni olan gerçekliği algılayabilmesinin ilk adımıdır. Umarız ki, bu ilk bilinç adımını, kendimizi düşünce ve duygularımıza kaptırmaktan kurtulma, belirsizlik ve sıkıntı içinde rahat durabilme adımı tamamlar.

Gerçek bir meditasyon, rahatlama, ibadet, tefekkür ya da düşünme süreci ancak kendi koşullanmışlığını fark edip, bundan sıkılanlar için mümkün olabilir.

Geçmişin geleceği gölgelediğini görüp, bu gölgeden güneşe çıkmak isteyenler için mümkündür yeni, farklı bir gelecek. Her duyduğumda düşünmeye daldığım “gölgeler kayboldu şimdi çalışmaya başlayabiliriz!” ifadesi bence bunu işaret etmektedir.

Aklın izleyememesinin bir nedeni hep hareket halinde olmasıdır. Biraz o konuda, biraz bu konuda gezinip durur; Bazen beklenti halinde, bazen endişede, bazen kızgın, bazen beğenilme ihtiyacındadır. Tam olarak hiçbirinde olmadığı için, hiçbirinin farkında değildir. Bir benzetmeyle çorba, tatlı, meze, zeytinyağlıyı karıştırıp yediğinizi düşünün, öyle bir halde akıl!

Bu nedenle yeni ile karşılaştığında akıl bunu fark edemez. Bir diğer benzetme ile akıl bal kavanozunu eline alıp, kapaktan sızan balı yalayıp, yedim, bitti, anladım diyor. Lezzetini ve faydasını tam almadan, anı tam deneyimlemeden, aceleyle bir sonraki deneyime geçiyor.

Duran ve izleyen bir akıl anı ve anın getirdiklerini yakalayabilir. Dolayısıyla izleyici olmayı deneyimlemek, faydasını fark etmek ve daha çok yapar hale gelmeyi ümit edebiliriz.

Aklın, gerçeği algılayabilir hale gelmesi

Aklın gerçeklik karşısında sessizce, sakinlikle, korku ve üzüntüye kapılmadan izlemeyi öğrenmesi güç bir aşamadır. Gerçekle yüzleşmenin olmamasının bir diğer nedeni, o ana kadar bir türlü aşamadığı birikmiş ödevlerle karşılaşılacak olmasıdır; Direndiği, reddettiği, işine gelmeyen, gündemden düşmemiş zorluk, zaaf, yanlışlarıyla yüzleşecektir doğal olarak.

Karşılaşacağımız gerçeğe teslim olduğumuzda, önümüze konacak yükü taşımak için sabrımız ve gücümüz yoksa da, bizi koruyacak ve bize görünmeyecektir.

Acı, pişmanlık, üzüntü, öfke, kızgınlık duyguları açığa çıktığında, suçlama veya savunmaya düşmeden, kaçmadan, yargıya kapılmadan sakinlikle gözlemlemeyi sürdürmesi özgür aklın yolu ve temel doğasıdır. İzleyici duyguları bulutlar gibi gelip geçmesine izin verir. Çünkü o düşünceleri değil, izleyen, farında olandır.

Düşünme süreci elektrik lambası gibi aydınlatırken çevresine ısı yayar. Açığa çıkan ısı çok yükselirse akımın geçtiği direnç kopar, ışık söner. Önce cam topun içinden hava alınmış, daha sonra içeride kalan eser miktardaki hava yerine, özel gazlar konularak, açığa çıkan ısı çok azaltılmış, yeni uzun ömürlü, ısı yaymayan 7,5 kat verimli ampuller elde edilmiştir.

Benzer şekilde öz işkenceye dönüşmeyen bir öz eleştiri, suçlamaya dönüşmeyen bir gözlemle anlayış derinleşir ve gerçekle karşılaşılır. Güven tohumları açılıp, filiz verir.

Bir anda değişmiyor insan, ama tepkilerinin sıklığı, şiddeti ya da formunda ufak ufak, tekrarlayan düşünce ve davranışlar, birikip birbirini pekiştirerek büyük değişimlere yol açabilir.

Buda da oturduğu noktada, izlemişti olan biten herşeyi tüm çıplaklığı ile. Çarpıtmadan görmeye başlamış, “gerçek” ona ayan olmuştu.

Dini ve mitolojik değerlerin sorgulanmaya başlandığı bir dönemde filozof olarak akıl yürütme yöntemini kullanarak hakikatleri aramıştır. Metafizik ile ilgilenmemiş mutluluk, erdem ve iyi yaşamı incelemiş, “orta yol”un mutluluk getireceğini söylemiştir.

Buda dört gerçek olarak dukkha, samudaya, nirodha, magga’dan bahseder; Acının evrenselliği, nedeninin bağlılık olduğu, benlikten kurtularak acının sonlanacağı orta yolu bulmak için sekiz aşamalı darma çarkını önerir; doğru davranış, amaç, yaşam biçimi, çaba, yoğunlaşma, söz, anlayış ve farkındalık.

Buda yolda rehber olarak “gerçek aynası”nı işaret eder ve “gerçek aynasına sahip kimse korkudan arınmıştır, hayatın felaketlerinde huzur bulur ve hayatı bütün hemcinslerine bir ortaya mutluluk kaynağı olur” der.

Buda evrimi anlatırken 3üncü adımda aklın oluştuğunu, benliğin içgüdüsünü ve vahşilerin gücünü yenmekle birlikte, çatışan ihtirasların karışıklığını arttırdığını, anlık tatmin uğruna öldürdüğü için gerçeğin aklın alanında kalabilecek bir yer bulamadığını söyler.

Akıl doğal olarak farklı yetkinlik düzeylerinde, gerçekle farklı şekilde ilişki kurar. Edilgen akıl gerçeğe sırtını dönmeye devam ederken, aritmetik akıl bu doneleri ilginç bulur. Ama ancak rasyonel akıl gördüklerini düzenleyip, çözümleyerek, gerçeği kendine rehber edinebilir.

Amaç odaklı haldeki bir akıl bu donelerle kendi farkına varıp, kendini dönüştürecek, sonra diğer insanları, evreni bile anlayıp dönüştürebilecektir. Freud, Jung gibi psikologlar çok az sayıda hasta üzerinde çalışarak psikoloji biliminin temellerini böyle atmışlardır.

Gerçekle yüzleşmenin ne demek olduğunu anlayanlar, aklın yolculuğunda rehberlerin en güçlüsü ile ilerleme şansı kazanır. Bugüne dek ıskalayıp, görmezden geldiğimiz konular mutluluk ve huzura ulaşmanın en kısa yollarıdır. Kendini bilme sürecinde metanetle ilerleyenler “ejderhaları” da sever, hatta “ejderhaların sırtına binip uçabilirler”.

Aklın belirsizlik içinde sabır ve yöntemli ilerlemeyi öğrenerek çözüm geliştirme becerisini keskinleştirmesi

İnsan yolculuğunda aklı ve cesaretine göre ilerliyor. Önce “olmadı! olmadım diyebilmesi, sonra harekete geçip, sabır ve metanetle engelleri aşması, olmazları olura çevirecek yeni düşünce, plan ve eylemleri üretmesi gerekiyor. Olmadı diyebilmek zor, ama sonrasında özgür ve özgün bir akıl yürütme süreci kurmak çok daha zor.

Akla eski olanı, alıştıklarını kullanma diyoruz. Ama önünde ne var kullanabileceği? Bazı sorular, biraz eleştiri, bolca tatminsizlik, belki de bir dolu belirsizlik ve çatışma. Bunlarla yeni bir geleceğe, yeni bir yol nasıl inşa edilebilir?

Ancak huzur ve güven halindeki bir akıl tam ve net algılayabilir, savunmaya geçmeden, bahanelere kaçmadan, tepkisizce, müdahil olmadan önündeki gerçekliği. Aklın izleyici halde olması durumda akıl gerçeği görmeye hazırdır.

Krishnamurti’nin dediği gibi izleyen ve izlenen bir olduğunda çatışma ortadan kalkar, tüm enerji ve dikkat gerçeğe odaklanır, anlayış ortaya çıkar, anlayış berraklaşır. Eğer akıl tepkisizce izlemenin faydasını anlar ve bunun tadını alırsa, kaderini değiştirecek bir alışkanlık kazanır.

Aklı yepyeni bir konuya gözünü dikip anlamaya ve yepyeni bir tepki geliştirmeye çalıştığını hayal etmeye çalışın! Eski kalıpların kolaylığı elinin altındayken, aklın sanki yoğun bir sis ya da zifiri bir karanlığın içine baktığını gözünüzde canlandırın. Çok çaresiz gözükmüyor mu size? Bu çaresizlik içinde bildiklerini de bırak diyorsunuz ve çoğu akıl sizi dinlemiyor, dönüp bildiklerine sarılıyor.

Tam burada, İbrahim Peygambere yaratıcının “baba evini terket, çöle açıl! Ne yapacağın sana söylenecek!” sözünü hatırlatmak isterim. Allah peygamberine eskiye dair herşeyi arkada bırakmasını, bilinmeze açılmasını, ölümü göze almasını söylüyor! Neden?

Bu durum bilmediğiniz, aşina olmadığınız bir arazide, çölde, ya da denizde haritasız ve pusulasız yol bulmaya benziyor. En eski insanların yaptığını yapmalı, ya kutup yıldızını bulmalıyız. Yoksa yürüyerek ancak daire çizip durur, bir arpa boyu yol gidemeyeceğiz.

Işıklı bir odadan karanlık odaya geçtiğinizde gözünüz bir şey göremez. Ama biraz bekler, gözlerinizi iyice kaparsanız on onbeş saniye sonra göz karanlığa alışır ve görebilir hale gelir. Çoğumuzun bu kadar sabrı yok!

Amaç ve ilkeler aklın ihtiyaç duyduğu, tutunup dayanacağı temel referanstır. Nasıl teknenizi iskeleye iki ya da 3 noktadan doğru düğümlerle bağladığınızda rahatlıkla evinize dönebilirseniz, aklınızı da amaç ve prensiplere bağlamalısınız.

Bu durumda beyin artık karar verme masasının üzerine eski bilgileri, aklına, eline ilk gelenleri değil, sizin amacınıza ve prensiplerinize uygun bilgileri arayıp getirmeye başlayacaktır. Akla bir de bilgi toplama ve işleme ile ilgili doğru yöntemleri öğretirseniz yenilikçi ve yaratıcı düşünce üretme gücü çok yükselecektir.

Özgün çözümler geliştirmek, özgürleşme yolunun göstergesi ve meyvesidir

İnsanoğlu hep çok uzaklarda arar gerçeği, Nasrettin hocanın yaptığı gibi karanlık kapı önünde düşen anahtarı, ilerideki sokak lambasının altında arar.

Deha, farklı görünenler arasındaki benzerlikleri, benzer şeyler arasında farklılıkları görebilmektir. Hakikat seven, gerçekle barışık akıl uzun süredir göz önünde olup da görülemeyeni, gizli kalmış, görülmemiş konuları görür, onlara odaklanır. Yeni çözüm ve düşünceleri güçlü bir şekilde kavrayarak su yüzüne çıkartır, kendileri ve diğer insanlara faydalar sağlar.

Karşılaştığımız engeller esasen çözümün kapısıdır. Sorunların doğasında derinleşip, yüzeydeki çok sayıdaki sorun ve isteğe takılmayanlar, derindeki, değişimin kökü olan sorunları kavrayacaktır.

Sorun ve engelleri derinden anlamak gerçekle hesapsız kitapsız, derin ve tam bir yüzleşme gerektirir. O zaman gerçek akla ne yapması gerektiğini fısıldayacak, sorun amaca dayanmış bir merdivene dönüşecektir.

Nasıl çıplak gözle bakamadığımız güneşe, ay üzerinden bakarsak, bize görünen gerçek de, hakikatin yansımasıdır. Gerçeğin fısıldadığı çözüm, hakikatin bize ulaşan ışığıdır. Hakikatin ışığı, gerçek kendi ile yüzleşenin üzerine düşmekte, ona büyük güçler vermekte, yolcunun yükselip ilerlemesini sağlamaktadır.

Hakikat ulaşılabilecek, ayak basılabilecek bir yer değildir, aynı güneş gibi. Işıklarını her an, her yere ve herkese yayan güneş, yaşamın kaynağıdır. Hakikat ilahidir. O, belki Jung’un bahsettiği kolektif bilinçdışı, belki de evrenin toplam zekasıdır. İhtiyaç duyduğumuz sezginin bize aktardığı yaratıcı güç ve ilham oradadır.

Gerçek, dolaylı olarak hakikat, amaç ve ilkelere bağlı olarak düşünenlere, amaçtan kopmayanlara yüzünü gösterir, onlara konuşmaya başlar. Sezgi, ilham, yaratıcılık, buluş hakikatin hediyeleridir.

Yılbaşlarında çam ağacı süslemesi de bana biraz bunu anlatan bir sembol gibi geliyor. Yaşam ağacınızı erdemlerle süslediğinizde, ertesi yılın ilk gününde kalktığınızda ağacın altında herkes hediyelerini buluyor.

Campbell kahramana mucizevi şekilde, maceralarda yardımların gelmesinden bahseder. Anadolu’da “kul sıkışmadan, hızır gelmez!” denir.

Yazımı Mustafa Kemal Atatürk’ün “büyüklük ve büyük adam olmak” üzerine ifade ettiği düşüncesi ile tamamlamak istiyorum;

Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda karşı koyuşları yok eden olacaksın. Önüne sayılamayacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin. 1908 (Atatürk’ün S.D.V, s. 112)

1 İlk beyin, beyin sapı, orta beyin, pons ve medulla oblongata’dan oluşur

2 Limbik sistemin bileşenleri; amigdala, hipokampus, talamus, hipotalamus, bazal ganglionlar ve singulat girus

3 https://www.kenhub.com/en/library/anatomy/the-brainstem

4 http://www.hrdpress.com/site/html/includes/items/SBEI.html

5 https://jkrishnamurti.org/content/can-conditioned-mind-free-itself

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir